İBRAHİM KARABULUT YAZDI:
Bir Milletin Yanlış Anlaşılan Yalnızlığı:
1918-1921 Kafkasya Gerçeği ve Batum’un Sessiz Vedası
Resmi Tarihin Gölgesinde Kalan Hakikat
Türk tarihinin en çalkantılı dönemi olan I. Dünya Savaşı sonrası, genellikle bir "kurtuluş" destanı olarak anlatılır. Ancak bu destanın doğu kanadında; Kars, Ardahan ve özellikle Batum ile Ahıska hattında yaşananlar, sadece askeri bir harekat değil, aynı zamanda büyük bir "terk edilmişlik" hikayesidir. 1917 Erzincan Mütarekesi ile Rusların çekildiği bu topraklar, neden 1923’e kadar süren sancılı bir belirsizliğe hapsoldu? Cevap, ne stratejik yetersizlikte ne de ordunun yokluğundadır; cevap, Ankara ve İstanbul’un diplomasi masalarında saklıdır.
Milli İrade: Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti
Bir devletin ordusu çekilebilir, hükümeti teslim olabilir; ancak bir milletin vatan bilinci asla teslim olmaz. Bunun en somut örneği, düzenli ordu henüz bölgeye gelmeden önce halkın kendi küllerinden doğurduğu Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti’dir. Kars merkezli bu yapı; anayasası, meclisi ve bayrağıyla bir milletin "kendi kaderimi kendim tayin ederim" haykırışıdır. İngilizlerin bu hükümeti zorla dağıtması ve üyelerini Malta’ya sürgüne göndermesi, aslında sivil Türk direnişinden ne kadar korktuklarının bir kanıtıdır.
Masadaki Pazarlık: "Küçük Olsun Bizim Olsun" Çıkmazı
Tarih kitaplarında "Misak-ı Milli’den verilen taviz" olarak yumuşatılan Batum ve Ahıska’nın devri, aslında bir halkın ve stratejik bir geleceğin feda edilmesidir. 1921 Moskova Antlaşması sürecinde, İttihatçı geleneğin devamı olan Ankara kadroları; Rusya’dan gelecek yardımları garanti altına almak adına, Karadeniz’in kapısı Batum’u ve Kafkasya’nın kilidi Ahıska’yı masada bırakmıştır. "Batı Cephesi'ni rahatlatmak" bahanesi, bu toprakların asil insanları için sadece bir "kılıf"tan ibarettir. Zira Türk tarihinde hiçbir zaman para veya yardım karşılığı toprak verilmesi, milletin "namus" anlayışıyla bağdaşmamıştır.
5 Yıllık Sessizlik ve Terk Edilmişlik Hissi
1918'de Rusların çekilmesiyle başlayan süreç, 1921'deki kesin çizgiye kadar büyük bir boşluk yaratmıştır. Halk, ordusunu beklemiş; ordusu gelince de bu kez masadaki siyasi manevraların kurbanı olmuştur. "Biz sizi sattık, artık başınızın çaresine bakın" denilen o an, Batum ve Ahıska halkı için askeri bir yenilgiden çok daha ağır bir manevi yıkım olmuştur. Bu asil millet, düşmana baş eğmediği halde, kendi devletinin diplomasi oyunlarına boyun eğmek zorunda bırakılmıştır.
Sonuç: Sınırlar Çizilir, Gönüller Kalır
Bugün Batum ve Ahıska fiziki haritaların dışında olabilir; ancak toplumsal hafızada hala vatanın bir parçasıdır. 1923'e kadar uzanan o belirsiz sürecin sonunda çizilen sınırlar, sadece birer çizgidir. O dönemde gösterilen yerel direniş, Türk milletinin hiçbir güce ihtiyaç duymadan toprağını savunma kudretini kanıtlamıştır. Tarih, kazananların kaleminden "mecburiyet" senaryoları yazsa da; hakikat, o günlerde kendi devletince yalnız bırakılan ama kimliğini asla terk etmeyen o asil insanların hafızasında yaşamaya devam edecektir. İbrahim Karabulut