BARIŞI KİMLER İSTEMEZ?
Mehmet Avşar/ SABAH
Türkiye’de ne yazık ki bazı çevreler, kendilerini “aydın” ya da “entelektüel” olarak tanımlasalar da, ne zaman “barış” kelimesi telaffuz edilse, rahatsızlıklarını gizleyemiyorlar. Huzurdan, birliğin güçlenmesinden, kardeşliğin pekişmesinden adeta kaygı duyuyorlar.
Oysa tarih, bize aksini söylüyor. 1064 yılında Sultan Alparslan Anadolu’ya ilk adımını attığında, bugün Ardahan sınırlarında yer alan Ani şehrini fethetti. Bu fetihte yalnız değildi. Ona bu başarıyı sağlayan, bölgedeki Şeddadî Kürt beylerinden büyük komutan Abdulmennan el-Câr idi. Alparslan ile birlikte Kars’a giren bu Kürt komutan, sadece askeri bir destek sunmadı, aynı zamanda tarihe geçen bir kardeşlik örneği sergiledi. Alparslan’a yoldaş oldu. Alparslan. Kars’ta dört gün kaldı, bir cami inşa ettirdi ve ardından Malazgirt’e yönelirken bu toprakların emanetini Abdulmennan’a bıraktı.
Bu örnek bile bize gösteriyor ki; Anadolu, Türk ve Kürt halklarının ortak mücadelesiyle İslam’ın sancağını taşıyan bir yurt haline geldi. Diyarbakır’daki Mervanîler, Müslüman Türkleri kucakladı; birlikte Bizans zulmüne karşı durdular. Çünkü bu topraklarda, zulme karşı birlik ve kardeşlik vardı.
Ancak tarih boyunca, Anadolu’nun kadim halkları arasında barışı bozmaya çalışan odaklar hep oldu. Bizans’ın yıkılmasıyla birlikte bazı unsurlar, isim değiştirerek İslam toplumuna karıştılar. Müslüman olsalar da içlerinde eski kimliklerine bağlı kalanlar vardı. Osmanlı döneminde de benzer şekilde, zulümden kaçan bazı Yahudi gruplar Osmanlı’ya sığındı. Ancak bir kısmı dinlerini gizlice yaşamaya devam etti. ( Sabetayistler) Zamanla bu gruplardan bazıları, kendilerini aşırı milliyetçi, aşırı laik ya da aşırı dindar göstererek toplumu germeye başladı.
Ne zaman ki “barış” denilse, bu yapılar hemen karşı çıkıyor. Çünkü barış, onların beslenme kaynaklarını kurutuyor. Onlar çatışmadan, kutuplaşmadan, ötekileştirmeden besleniyor. Bugün de aynı çevreler, Türkiye’nin iç barışını tehdit etmeye devam ediyor. Bu yapıların içimizde hâlâ etkin olması elbette düşündürücüdür. Ancak asıl düşündürücü olan, bu yapıları hâlâ destekleyen sıradan vatandaşlarımızdır. Onlara çağrım, tarihlerini yeniden okumaları, geçmişin kardeşlik örneklerinden ders almalarıdır.
O günkü birlikten koca bir imparatorluk doğu. Bugün ki birliktelikte de hiç şüphesiz ki dünya lideri bir ülke doğacaktır.
Bugün Türkiye, tarihi bir sürecin eşiğindedir. Sultan Fatih’in, Selahaddin Eyyubi’nin torunları; Türkler ve Kürtler yeniden omuz omuza vermektedir. Bu birlikten rahatsız olanlar bellidir. Ancak biz bu rahatsızlıkları değil, milletin asaletini konuşmalıyız.
Devletimizin başında, belki de yüz yılda bir gelen büyük bir lider bulunmaktadır: Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. O, yalnızca Türkiye için değil, mazlum coğrafyalar için de bir umuttur. Sayın Devlet Bahçeli’nin “barış ve birlik” çağrısı ise bu dönemin altın harflerle yazılacak tarihi adımlarındandır.
Terörsüz bir Türkiye’nin nasıl yükseleceğini hep birlikte göreceğiz. Bir uçak kalkarken ki maliyetin hesabını yapmayanlar, bugün barışın hesabını yapıyorlar. Çünkü o kalkışın bütçeye olan etkisini biliyorlar, bu ülkeni geri gitmesi onların işine geliyor. Onlar varlığını zayıf bir Türkiye ‘e bağlamışlar. Demokrasisi ve ekonomisi gelişmiş bir Türkiye onların işine gelmez .
Bugün Başkan Erdoğan liderliğindeki Türkiye, sadece kendi halkına değil, mazlum milletlere de abilik yapmaktadır.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nda barış umudunun İstanbul’da filizlenmesi bile başkan Erdoğan liderliğinin bir sonucudur. İslam coğrafyası gözünü Türkiye’ye çevirmiştir. Peki bugün ki Türkiye bin yıldır kardeşçe yaşadığı Kürtlere neden abilik yapmasın?
Kurtuluş Savaşı sırasında kağnılarla cepheye mermi taşıyan cephede omuz omuza çarpışan bu iki millet bugün neden kardeş olmasın?
Sayın Bahçeli’nin dediği gibi: “Bu topraklarda kardeşlik tomurcukları çiçek açtı. “Bugün bu iklimi kurmak, hepimizin en büyük sorumluluğudur.
Sadece hükümetin ve devletin değil toplumun tüm kesimlerinin görevidir.
Sizcede artık ortak bir akılda buluşma zamanı gelmemiş midir?