Kardeşim Duymaz, El Oğlu Duyar
Mehmet Avşar/ Gazeteci- Yazar
Bazen en ağır tokat, vicdanın sessiz çığlığından gelir.
Geçen gün, köyümüzün en eski sakinlerinden biri olan İso amcanın içler acısı hali sosyal medyaya kullanıcısı tarafından internete düştü. Bizim komşumuz. Daha doğrusu… kapı komşumuz. Ama ne gördük ne görmek istedik. Kapısını bir kez olsun çalıp “Nasılsın?” demedik. Bir ihtiyacı var mı diye sormadık. Merak bile etmedik.
O, tam 80 yılını bu köyde tamamladı. Çocukları olmadı, eşini kaybettikten sonra hep yalnız yaşadı. Allah bilir, önünde ne kadar ömür kaldı… Ama biz, yanı başımızda sessizce tükenen bir hayatı seyirci gibi izledik.
Kendime bakıyorum… Ulusal medyada yıllardır önemli haberlere imza atan, kilometrelerce uzaklardaki insanların dertlerini gündeme taşıyan ben, burnumun ucundaki yüz yıllık komşumu bir gün bile ziyaret etmemişim. Bu cümleyi yazarken utanıyorum. Çünkü kabahat sadece sizde değil, bende de.
Toplum olarak nasıl bu hale geldik?
Hani “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyen bir inancın çocuklarıydık biz. Hani misafiri baş tacı yapan, yaşlısını el üstünde tutan bir kültürümüz vardı. Şimdi ne oldu da birbirimize yabancılaştık?
Acı olan şu ki… İso Amca’nın yalnızlığını biz değil, ta Ankara’dan bir gezgin sosyal medya fenomeni duydu. Bizim kulaklarımız sağır, gözlerimiz kör oldu. Yabancılar fark etti, biz görmezden geldik.
Belki bu yazı, kendi payıma düşen utancı hafifletmez. Ama en azından bir aynaya bakmamızı sağlar. Çünkü mesele sadece İso Amca meselesi değil… Hepimizin köyünde, mahallesinde, apartmanında, benzer yalnızlık hikâyeleri yaşanıyor.
Şimdi soruyorum sevgili köylülerim…
Biz nereye gidiyoruz?
Bir gün biz de o yalnız evin içinde, kapısı çalınmayan biri olursak… işte o zaman çok geç olmayacak mı